Denize girdiğim bir sahil kenarında çocuklar ilgimi çekmişti. Küçük rengarenk taşlar topluyorlar, sanki bir hazine bulmuşçasına seviniyorlardı. Bulduklarına baktım, kırılan içki şişelerinin parçalarıydı. Belli ki sarhoşlar kurtulmak istedikleri akıllarının bağlarını çözünce içlerinde biriktirdikleri öfkeyi şişelerden çıkarmışlar, kırıp denize atmışlardı. Lakin ilginç olan ise; Neşterden daha keskin olan cam parçalarının sahile vuran dalgalar maharetiyle kenarları iyice törpülenmiş, bakanın bir cam parçası olduğunu anlayamayacağı hatta değerli taşlara benzer bir hal almış olmalarıydı. Deniz törpülemiş, yuvarlamış ve yumuşak hatlı bir kıvama sokmuştu her birini.
Denizin kenarında taşlara vurularak kırılmış ve parçalara ayrılmış bira şişelerine ilişti gözüm birden. Kenarları bir celladın elinde parlayan kılıç gibi duruyordu. Deniz görmüş cam parçasıyla görmemişin ahvali gözümün önündeydi işte!
Köşeleri törpü görmemiş, hayatın bencilce bakışlarından bir şey eksiltmediği keskin kenarlı insanlarda mı öyleydi acaba? Dokunanın canını yakan, kesip ayrıştıran, kanatan sadece taşlar mıydı? insan diye işaret ettiğimiz beşerde de böyle haller mevcut muydu? Harman oldu zihnim.
Hayatın dış yüzünün sahra-yı kesret, iç yüzünün ise umman-ı vahdet tabir olunduğu iklimde ömür sürenlerin miyârına göre; varlık bir vahdet deniziydi. Allah’ta ve Allah’la yaşayanların törpülenmiş huyları varlığı incitmiyordu. Sahra-yı kesretin taşlarına başını çarpa çarpa hayat yolunu yürüyenlerin bâhâsı ise kırık bir bira şişesi parçasının keskinliğinde, kalbe başını diken, cellat muradına bendelik yapan keskinlikten ve batıcılıktan öteye geçemiyordu.
Piramitlerin ucuna bakınca yücelere ulaşma ve hatta sahip olma dürtüsünün mücessemleşmiş halini ayan beyan görürsünüz. Taş değildir başını göğe diken. Enaniyet ve kibrin taşa işlenmiş halidir. Kubbelerimize bakın birde. Göğe doğru yükselir, lakin batıp can yakacak bir maksat barındırmaz bünyesinde. Hafifçe dokunup geçen bir dost nazarının, bir dilber başından eğilmiş zülfün, yar cemâlinde secde kılan kaşların lisânı halini kubbelerimizde görürsünüz. Lakin; bir denizin dışına, birde içine bakacak nazara sahipseniz !
İçe bakınca dışarıdan, dışı görünce içeriden habersiz olana gâfil deseler gerek.
Bir cam parçası gibi bir bıçak gibi olma ey sözüm. Kesip ayırma ruhları bedenlerinden.
Bir piramidin sivriliği ile sarfı nazar kılma ey gözüm.
Batmasın bakışların etten ve kemikten yaratılmış acizler zümresine.
‘’Uyan ey gözlerim gafletten uyan’’
Muhabbet derdiyle boyan…