Geçtiğimiz günlerde bir markanın dünyasına adım attım. Başta sıradan bir mobilya
mağazası bekliyordum; ama karşıma bambaşka bir deneyim çıktı.
Mağaza, ürün sergilemekten çok yaşam önerileri sunuyordu. Ürünler sanki konuşuyor,
size nasıl bir hayat yaşayabileceğinizi anlatıyordu. Bu markayı gördüğümde hissettiğim
ilk şey şuydu: Mobilya üretmiyor, zihinsel mimarlık yapıyor.
Markanın dijital kimliği de mağazasından farklı değildi. Web sitesine girdiğimde katalog
bekliyordum, ama beni karşılayan bir yaşam önerisiydi. Sosyal medyası "satın al"
demiyordu, "birlikte yaşa" diyordu. Videoları izlerken, klasik reklam senaryolarının
dışında, adeta bir ritimle, duygu ve anlamla örülmüştü.
Bu marka, "Yaşam Tarzı 2.0" olarak tanımladığım bir anlayışla şekillenmişti. Ağlar ve
bağlar üzerine kurduğu strateji, satıştan ziyade topluluk oluşturmayı ve kullanıcılarla
derin bağlar kurmayı hedefliyordu. Her ürün, her paylaşım, yaşam stilini daha anlamlı
hale getirme sözü veriyordu. İnsanı ürüne değil, bir fikre çağırıyordu.
Her şeyin hızla tüketildiği bu çağda, böylesine anlam yüklü ve zamansız bir yaklaşımı
görmek beni heyecanlandırdı. Bu markayla geçirdiğim kısa süre içinde bile, bağ
kurmanın satıştan çok daha fazlası olduğunu anladım. Belki de gerçek değer, ürünlerin
kendisinde değil, onları çevreleyen hikâyelerde saklıydı.
"Nasıl oldu da böyle bir markayı daha önce fark etmedim?" diye kendime sordum.
Ve işte sürpriz:
Çünkü böyle bir marka henüz yok.
Evet, sektörümüzün tam da böyle bir markaya ihtiyacı var: Estetik değil anlam üreten,
ürün değil fikir satan, satış değil sadakat yaratan. Ağlar ve bağlar üzerinden yükselen,
yeni nesil yaşam tarzını temsil eden bir marka.
Belki de bu yazıyı okuyunca siz de benim gibi hissedersiniz. Ve belki, tam zamanı
gelmiştir: Böyle bir marka birlikte oluşturulabilir.
Ne dersiniz, hazır mıyız?
Fatih YILDIRIM
Dijital Düşünür / Marka İletişimi Stratejisti